8 Aralık 2014 Pazartesi

Sahil


Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.
Özdemir ASAF




Bazı türküler vardır duyunca, bazı şiirler vardır okuyunca düzen tutmazsın… Gönlünde med-cezir oluşur, alır seni götürür…

Sahil kasabasında, denizin kıyısında büyürken; onu anıları biriktirdiğim bir depo, kendime bir sığınak yaptığımı fark etmemişim, her bir anıyı ancak onunla öğütüp, onunla yaşayabileceğimi bilememişim… Ne zaman savruldum, o zaman bildim…

Rüzgâr türküyü, türkü anıları, anlılar seni sahile sürükleyince; oturursun kıyısına… Üzüntülerin, kırgınlıkların, sevinçlerin, mutlulukların, mutsuzlukların;  göz ucuyla dokunursun her birine… Aradan bir kelebek  gülümser.

“Bin  yüz kilo metreden binlerce öpücükle kolay gelsin” mesajına, gelen yanıt: “o binlerce öpücük binlerce kelebek oldu boğaza saçıldı, buraya rengârenk bahar geldi…”

Tarifsiz bir duygu; bu psikolojik değil düpedüz patolojik bir şey…Kalp atışların değişiyor, elinle göğsüne bastırıyorsun, kalp senin ama yürek onun…
Heyecanın en sarsıcısını yaşadığını sanırken, henüz yüz yüze gelmediğini, o ilk buluşmanın heyecanın neler yaşatacağını bilmediğinin ayırdına varıyorsun… Derken; vuslat. Bakıyorsun ki, o kelebeklerin hepsi senin etrafında. Ne mevsimin önemi var, ne zamanın. Mevsim sensin, zaman o!..
Sarıldığında, ayaklarını yerden kesip etrafında döndürdüğünde; kokusu kokuna karıştığında, kainat dursun, zaman dursun doya doya sarılayım istiyorsun. Mutluluk bu olmasın Tanrım! Bunun bir tekrarının olması mümkün değil. O anda tülden kanatlar gülücüklerle birlikte sönüyor; “an” ı yaşarken, anıya çevirmek kadınlara verilmiş en büyük ceza…

Sonrası yok! O an var! Onu da yaşamayınca ne kalır; hüzün kalır, beklemek kalır, özlemek  kalır, bir de kokusu kalır… Kaldı…

İki yaka bir şehre sığamadığını nasıl unutur insan…


Onca sevginin eriyebileceğini düşünmüyorsun, düşünü kurduğun, gün gün, saat saat saydığın zamanın gelip çatmasının bir anlamının kalmadığı belleğini kavururken, O ilk sarılmanın son olduğunu bilmeden, son  olduğunu hatırlarsın.
Son olduğunu bilsen farklı olur muydu? Sorgular durursun. Okumayla, dinlemeyle değil, sadece yaşamayla öğreniliyor; davranışların, doğruluğu yanlışlığı…
Bir kere sağlam silkelendi mi, bak bir daha yapıyor musun aynı hatayı? Kime  göre hata? Kime göre olursa olsun, veya hata olsun olmasın. Sonuç, değişmediği için süreci sorgulayıp duruyorsun…

Kokusu saçlarındaki iyot  kokusuyla harman olup, ciğerlerini yakarken, yığılırsın olduğun yere… Dizlerini kendine çekip, kollarınla dizlerini sıkı sıkı sararsın, güç almak ister kafayı dizlerine gömersin… Kendince duvar örersin, kimse bu duvarı aşmasın, içeri girmesin, bu külü yeniden yakmasın istersin…

Uzaklarda denizin üstüne bir orkestra kurulur, bu kez türküyü deniz kendi enstrümanlarıyla çalmaya devam eder… “seher yeli nazlı yâre bildir beni bildir beni, senden gayrı yâr seversem… ”

Kaldır kafayı şimdi, kaldırabilirsen…


Türküyle sen de bitersin… Ömrü gibi, kısa ama sonsuz anıyı, kelebeğin kanatlarına bir öpücükle kondurursun. Sen tekrar geleceğini o hep yaşayacağını bilerek ayrılırsınız sahilden…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder