Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında
senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle
sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir
şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.
Özdemir ASAF
Bazı türküler
vardır duyunca, bazı şiirler vardır okuyunca düzen tutmazsın… Gönlünde med-cezir
oluşur, alır seni götürür…
Sahil
kasabasında, denizin kıyısında büyürken; onu anıları biriktirdiğim bir depo,
kendime bir sığınak yaptığımı fark etmemişim, her bir anıyı ancak onunla öğütüp,
onunla yaşayabileceğimi bilememişim… Ne zaman savruldum, o zaman bildim…
Rüzgâr türküyü,
türkü anıları, anlılar seni sahile sürükleyince; oturursun kıyısına… Üzüntülerin,
kırgınlıkların, sevinçlerin, mutlulukların, mutsuzlukların; göz ucuyla
dokunursun her birine… Aradan bir kelebek gülümser.
“Bin yüz kilo
metreden binlerce öpücükle kolay gelsin” mesajına, gelen yanıt: “o binlerce
öpücük binlerce kelebek oldu boğaza saçıldı, buraya rengârenk bahar geldi…”
Tarifsiz bir
duygu; bu psikolojik değil düpedüz patolojik bir şey…Kalp atışların değişiyor,
elinle göğsüne bastırıyorsun, kalp senin ama yürek onun…
Heyecanın en
sarsıcısını yaşadığını sanırken, henüz yüz yüze gelmediğini, o ilk buluşmanın
heyecanın neler yaşatacağını bilmediğinin ayırdına varıyorsun… Derken; vuslat.
Bakıyorsun ki, o kelebeklerin hepsi senin etrafında. Ne mevsimin önemi var, ne
zamanın. Mevsim sensin, zaman o!..
Sarıldığında,
ayaklarını yerden kesip etrafında döndürdüğünde; kokusu kokuna karıştığında, kainat
dursun, zaman dursun doya doya sarılayım istiyorsun. Mutluluk bu olmasın
Tanrım! Bunun bir tekrarının olması mümkün değil. O anda tülden kanatlar
gülücüklerle birlikte sönüyor; “an” ı yaşarken, anıya çevirmek kadınlara
verilmiş en büyük ceza…
Sonrası yok! O
an var! Onu da yaşamayınca ne kalır; hüzün kalır, beklemek kalır, özlemek
kalır, bir de kokusu kalır… Kaldı…
İki yaka bir şehre sığamadığını nasıl unutur insan…
Onca sevginin
eriyebileceğini düşünmüyorsun, düşünü kurduğun, gün gün, saat saat saydığın
zamanın gelip çatmasının bir anlamının kalmadığı belleğini kavururken, O ilk
sarılmanın son olduğunu bilmeden, son olduğunu hatırlarsın.
Son olduğunu
bilsen farklı olur muydu? Sorgular durursun. Okumayla, dinlemeyle değil, sadece
yaşamayla öğreniliyor; davranışların, doğruluğu yanlışlığı…
Bir kere sağlam
silkelendi mi, bak bir daha yapıyor musun aynı hatayı? Kime göre hata?
Kime göre olursa olsun, veya hata olsun olmasın. Sonuç, değişmediği için süreci sorgulayıp duruyorsun…
Kokusu
saçlarındaki iyot kokusuyla harman olup, ciğerlerini yakarken, yığılırsın
olduğun yere… Dizlerini kendine çekip, kollarınla dizlerini sıkı sıkı sararsın,
güç almak ister kafayı dizlerine gömersin… Kendince duvar örersin, kimse bu
duvarı aşmasın, içeri girmesin, bu külü yeniden yakmasın istersin…
Uzaklarda denizin üstüne bir orkestra kurulur, bu kez
türküyü deniz kendi enstrümanlarıyla çalmaya devam eder… “seher yeli nazlı yâre
bildir beni bildir beni, senden gayrı yâr seversem… ”
Kaldır kafayı şimdi, kaldırabilirsen…
Türküyle sen de
bitersin… Ömrü gibi, kısa ama sonsuz anıyı, kelebeğin kanatlarına bir öpücükle
kondurursun. Sen tekrar geleceğini o hep yaşayacağını bilerek ayrılırsınız sahilden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder