"Doğan gün umutlara gebedir"
Jean Yvane /Sürgünde Bir Kovboy /s:60
Yaşamı
katlanılabilir kılan şey, belki de güzel tesadüfler. Bir dost sahaf önerisiyle edindiğim
öykü kitabına, en az öykü kadar, dostluk ve vefa kokan bir yazıda rastladım.
“o zaman iyi
geçirilmiş bir yaşamın; bazıları için acının ta kendisi olduğunu düşündü”
cümlesini okuduğumda, acıyı ortak dil edinenlerin, ortak paydasında bu kitap olmalı
diye düşünmüştüm. Sanırım yanılmamışım…
Sürgünde
Bir Kovboy – Azıcık Tanıtım, Azıcık Eleştiri Yazısı
Sözcükler,
yazarının eline düşünce, onun kurgulayabileceği dünyanın tek sınırı vardır: düş
gücü. Bu düş gücü kimi yazarlar için sınırı çizilemez bir hal almaz mı? Bilim
insanlarının, din adamlarının, -onlara da bir gün cinsiyetçi tavrı reddedip din
insanları diyebilecek miyiz- hatta politikacıların mesnetsiz zırvalamalarının bile
“görülebilen ufukları,” yazar tarafından alaşağı edilir. Yazar, teması olarak seçtiği insanı, doğayı, dünyayı
ya da ruhu öylesi bir tasvir ile “görülebilen ufukların” arkasına taşır ki;
sınırlamacılar, düşünce korkakları, sansürcüler apışıp kalırlar. Öylesi
kitaplardan birini okudum geçenlerde. Yazmaya çalışacaktım, aldığım notlar
vardı, erteledim. Kitaba, sözcüklere ve yazarlara dair yukarıdaki açıklamayı
yapıyorum çünkü, kestirmeden büyülü gerçeklik deyip de güdükleştirmeme
niyetindeyim. Okutana, vesile olana bir müteşekkir olma halim var oradan devam
edeyim. Kitabı, olasıdır; kitabevi raflarında bulmak güç. Azimli okur için
kaynak iyi bir sahaf ya da kitap armağan etmeyi becerebilen duyarlı bir dost
olabilir.
Sürgünde
Bir Kovboy, bu girizgahın objesidir.
Kitap
Türkçe’ye çevrilirken, orijinalindeki dilin kullanımına ne kadar özen gösterilmiş
bunu çözebilmem, ne yazık ki; Fransızca bilmediğim için mümkünatsızdı; ama
Türkçesi, başından sonuna inandırıcılığı ve konuyla örtüşmesi bakımından gayet
kabul edilebilir nitelikte. Bunu niçin sorguluyorum? Zira, bütün ailesi bir
gaddar tarafından katledilen kahramanın masumiyete, saflığa bu denli sarılabilmesine
inanmak için, nevi şahsına münhasır bir yazar diline gereksinim var. Yine,
konuşma yeteneği olan bir atla, - Lola’ya bir daha at demeyeceğim- öyküyü
baştan sona inandırıcı ve diri tutmak için de o dil gerekli. Çeviri o denli
başarılı ki; “hadi canım,” demeden kitabın içinde kalmamızı sağlıyor. Çevirmen
güçlü bir övgüyü hak ediyor.
Sürgünde Bir Kovboy’a gelirsek; yaşadığımız dünya,
çıkarcıların, katillerin düzenbazların kurguladığı bir eksende dönerken içinde
gerçekten bir insan olarak kalabilmeyi başarmak olası mıdır? Soruyor. Lola’nın
bile öfkeye, intikam duygusuna kapıldığı bir hengamede saflığı, insanlığı
savunmak ve bu düsturun arkasında durmak ne kadar gerçekçi olabilir? Kitabı
okurken, başından sonuna kadar; adalet denilen ama aslında öç alma duygusuyla
beklemeyi sürdürüyoruz. Bugünlerin giydirilmiş halet-i ruhiyesine tutulmuşuz,
unutmayalım. Yazarın her sayfada bizi, sıradan insanları tatmin edecek o “öç
anını” yazacağını umut ederek geçiriyoruz okuma dakikalarımızı. Postmodernizmin
felsefi yapısının oluşma başlangıcında yazılan romanı okurken, günümüz
değerleriyle olayları sorgulamaya başlıyor ve o öç tatminini bir türlü elde
edemiyoruz. Neyse ki; romanın işlediği insan ruhunun çözümlemeleri konusu, uzak
bir diyarda, uzak bir zamanda ve kovboyların var olduğu bir dönemde geçiyor.
Rahatlıyoruz. Nasılsa bugünün imkansızlaştırdığı bir durumu anlatmıyormuş...
Bir
antichrist olarak romanda vücut bulan Boone’a, şimdiki dünyada ulaşmak ve onu
Sam’e öldürterek adaleti tecelli ettirmek en iyisi, öyle olmalı. Ama yazarda hiç
de öyle bir çaba yok. Vuruyor kahramanı Sam ve Lola’yı çöllere ve bir cennet arayış
serüveninde, inanılmaz dostlukların kurulabileceğini bize anlatmaya yelteniyor.
Dedim ya; bunu İkinci Dünya Savaşı’na kadarki ya /ya da belki de bir travmayla
irkilen savaş sonrası dünyaya anlatmak nispeten kolay olabilirdi. Yazarda
1969’da okuyucuya sunmuş. Şimdi, şu an varolduğumuz dünyada ise o yargıların
geçerliliği ise hayli tartışmalı.
Yazarın bir Fransız olduğunu söyler ve Sam
ile Lola’nın (kovboy ve atı) öyküsünün, onun için çok uzak bir kültürden dem
vurmak olduğunu ifade edersem, halihazırda şu kalıplaşmış yan unsurlara da sizi
hazırlamış olurum: Çöl var, soğuk var, silah var, pusu var, öç var... Ama
buralara takılı kalmamak gerekiyor. Bu klişeler, aslında tıpkı bir kovboy filmi
izlerken insana dair ruh çözümlemeleri yapan yönetmen senarist ikilisinin
yarattığı denkleme benziyor. Ben öyle benzetiyorum. Anlattıklarımdan; yeni bir
“Küçük Prens” fenomeni çıkarmak olasıdır. Bir erişkin, bir felsefe kitabı mı
yoksa bir çocuk kitabı mı? Buna söyleyebilecek sözüm: Hemen hemen odur.
Kanımca,
Sürgünde Bir Kovboy’un yazarı Jean Yvane, çeyrek asır sonra Antoine de
Saint-Exupery’i mezarında ziyaret etmiş. Çok da ruhuna uygun bir ziyaret olmuş
bu öykücük.
Fransızlar’ın düşün dünyasında yeri zaten hep ayrıcalıklı olmuştur.
Sürgünde
Bir Kovboy – Jean Yvane / Çev. Mehmet Keskinoğlu (Telos – 1996, 124Sf.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder