“Her geri dönüş hikayesi, gelecek olarak geçmişimizi seçmektir aslında.”
Mehmet Eroğlu/ Kusma Kulübü/S:21
“anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık/ anlamak gideni ve gelmekte olanı” diyor Nazım. Anlamak tecrübe işi biraz da. Tecrübe güzel bir şey, olacak olanları biliyorsun; tecrübe güzel bir şey değil, olacak olanları biliyorsun…
Sil baştan yaşayacak dermanın olmadığına, yeni bir enkazı toparlayacak gücün kalmadığına inandığında, her şeye gönlünü kapattığında aslında yaşamın sana öğrettiklerine sığınıyorsun.
Gelmekte olan kışa çoktan uykuya yatmış gibi; derin sakin bir yaşamı seçiyorsun. Ummadığın bir anda, bir el omuzuna dokunuyor; gözlerini açıyor, bir dinginlikle uyanıyorsun. Yaralarının kabuk tutmuş, ağrılarının dinmiş olduğunu anlıyorsun.
Yaşam bu, gelmeler de olacak gitmeler de. Mesele o med-cezirden kıyımıza ne kaldığı. Her bir gelen yeni bir sevme, giden ise hayatın kekremsi tadının çeşidini öğretiyor… Sevmeyi sevilmeyi becerebilmek de ayrı bir sanat; yapıtın başarısı da gidişte saklı.
Her canlı vedayı hak eder. Pi’nin Yaşamı’nı izlerken Richard Parker’ın vedasız gidişinden çok etkilenmiştim. Pi ve Richard Parker Pasifik’te batan gemiden sağ kalmayı başarıyor, çok büyük tehlikeler atlatıyor, açlığın susuzluğun üstesinden geliyor, sağ olarak Meksika kıyılarına varıyorlar. Pi sandalı çekerek kıyaya getirdiği için yorgunluktan bitkin düşmüş yatarken Richard Parker sandaldan zıplayıp, (keyifle dinlenerek geldiğinden) ormana doğru ilerliyor. Ormanın önünde duruyor, Pi ardından bakıyor, kulaklarını başına yaslayacak, kükreyecek onunla olan ilişkisinin sonunu getirecek sanıyor, o ise ardına bakmadan hiçbir tepki vermeden ormana gidiyor. Öyle vedasız terk etmesi Pi’nin kalbini çok kırıyor. Ve unutamadığım o repliği söylüyor; “hayatın tamamı bir kabullenme eylemi, en çok acı veren de vedalaşmak için bir saniye duramamak”
Pi’nin bir kaplandan (hayvandan) beklediğini, insan insandan beklemez mi?...
Veda, yaşanmışlıkların veya yaşanmamışlıkların toplam çizgisi. Ve bu çizgi aynı zamanda özgürlük çizgisi. Veda olmadığında umut var olup, büyüyor. Bu da etrafımızı görmemizi, gelmekte olanı hissetmemize engel oluyor. Çizgiyi karşı taraf çekememiş ise kendimiz çekelim.
Güz son da olsa bir bahar, bunu anlatan kasımpatılar, açelyalar, siklamenler var etrafımızda. Yeşil çimenlere dökülen sarı yapraklar, hüznün değil gelecek baharın gülümseyişi gibi sıcacık güneş rengi. Umudu hapsolmak için değil, yarınlara, yeni sevdalara taşınmak için büyütelim. İçimizdekini özgür bırakalım ki özgür olalım.
O vakit diyebiliriz;
“Hoş geldin”
(Nazım)
Yok güzel elinize sağlık
YanıtlaSilYaşadığınız ülkenin bulunduğunuz toplumsal siyasal ve ekonomik koşulların etkisinde oluşan mahalle baskısının özellikle kadınların"içindekileri özgür bırakması"na izin vermemesine rağmen bunu başarmış insanlardan kadın hemcinslerime öykünmek de güzel.Fakat özğür bırakma eylemi özğürleşme her ne kadar dışardan bakıldığında görülmese de imgelerde ortaya çıkmıştır,hayat bulmuştur.Ey özgürlük!... Bazen Kasımpatıların renklerinde,bazen bir kuşun kanadında bazen de birinin kaleminin ucunda...
YanıtlaSilAsla yazmaktan geri durmaman gerektiğine inananlardanım.Ama özgürleşerek...Ellerine sağlık.